F45.0 - Somatizasyon Bozukluğu
SOMATİZASYON BOZUKLUĞU
Tanım
Somatizasyon, psikolojik rahatsızlıkların bedensel semptomlar aracılığıyla dışa vurulması olarak tanımlanabilir. Bebeklik döneminde, dil gelişmeden önce yaygın bir iletişim yöntemi olan somatizasyon, bireyin dil becerilerinin gelişmesiyle birlikte yerini sözel ifadeye bırakmaktadır.
Somatizasyon bozukluğu, organik bir neden bulunmaksızın hastanın birden fazla fiziksel semptomdan şikâyet ettiği, uzun süreli ve tekrarlayıcı bir hastalıktır. Genellikle ağrı, gastrointestinal, kardiyovasküler ve nörolojik belirtiler şeklinde ortaya çıkar. Bu bozukluk, hastanın günlük yaşamını, sosyal ilişkilerini ve işlevselliğini olumsuz etkileyebilir. Buna göre, bu hastalık grubu "Somatik Belirti Bozuklukları ve İlişkili Bozukluklar" başlığı altında sınıflandırılmıştır. DSM-5’e göre Somatik Belirti Bozukluğu, bireyin günlük yaşamını önemli ölçüde etkileyen veya belirgin bir sıkıntıya neden olan bir ya da daha fazla somatik belirtiyle karakterizedir. Bu bozukluk, aşağıdaki üç özellikten en az birinin varlığıyla tanımlanır: Kişinin belirtilerine yönelik orantısız ve sürekli düşünceler içinde olması, sağlıkla ilgili sürekli yüksek düzeyde kaygı duyması ya da belirtiler ve sağlık kaygıları nedeniyle aşırı zaman ve çaba harcaması. Somatik belirtiler sürekli olarak mevcut olmasa bile, kişi kendisini hasta olarak algılamaya devam edebilir ve bu durum genellikle altı aydan uzun süreli bir seyir gösterir. DSM-5'te ayrıca, ağrının baskın olduğu bir alt tür de tanımlanmıştır; önceki sınıflandırmalarda ağrı bozukluğu olarak adlandırılan bu alt türde, semptomların temelinde ağrı yer alır ve bu ağrı süreğen olup şiddeti hafif, orta veya ağır düzeyde değişkenlik gösterebilir.
Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri
Somatizasyon bozukluğu kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür.
Genellikle ergenlik döneminde başlar ve kronikleşebilir.
Somatik Belirti Bozukluğunun yaygınlığı net bilinmemekle birlikte, dar tanımlı somatoform bozukluklardan daha sık görüldüğü düşünülmektedir. Önceki düşük prevalans oranları (%0.1- %0.7), hastaların yeterince tanınmasını engellemiştir.
Somatoform bozukluklar, kronik ağrı nedeniyle tedavi gören hastaların %5 ila %15’inde görülmektedir. Ayrıca, somatizasyon bozukluğu olan bireyler, tüm psikiyatrik maluliyet vakalarının %36’sını ve tüm hastalık izni vakalarının %48’ini oluşturmaktadır.
Risk faktörleri arasında çocukluk çağı travmaları, düşük sosyoekonomik düzey, ailede psikiyatrik hastalık öyküsü ve stresli yaşam olayları yer alır.
Etiyopatogenez
Somatik belirti bozukluğu bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel etkenlerin birbirleriyle etkileşim içinde olduğu bu tabloda, tek bir nedenin öne sürülmesi mümkün değildir. Bu nedenle, klinik yaklaşımda çok yönlü ve multidisipliner bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Biyolojik mekanizmalar açısından, stres yanıtında kritik bir rol oynayan hipotalamo-hipofizer-adrenal (HPA) ekseninin somatizasyon hastalarında hipokortizolizm gösterdiği belirtilmiştir. Uzun süreli stres maruziyetinin HPA ekseninde tükenmeye yol açtığı ve düzenleyici T hücrelerinin aşırı birikimiyle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, depresyon ve ağrı ile ilişkili nörotransmitterler olan serotonin ve noradrenalin düzeylerinde dengesizlikler saptanmıştır. Triptofan metabolizması ile ilgili çalışmalarda, nörotoksik maddelerin artışı ve nöroprotektif mekanizmaların azalması somatizasyon ile ilişkilendirilmiştir. Somatik belirti bozukluğu olan bireylerde oksidatif stres parametrelerinin yükseldiği gösterilmiştir. Ayrıca, somatizasyon bozukluğunda gözlenen hastalık davranışı, özgün olmayan somatik belirtiler ve ağrıya karşı artan duyarlılıkta proinflamatuar süreçlerin etkili olabileceği öne sürülmektedir.
Nörogörüntüleme çalışmalarında, somatizasyon bozukluğu olan bireylerde anterior singulat korteks, insula ve premotor korteks gibi beyin bölgelerinde yapısal ve fonksiyonel değişiklikler tespit edilmiştir. Bu değişikliklerin, ağrı algısı ve duygusal düzenleme mekanizmalarındaki bozukluklarla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, limbik sistem aşırı duyarlılığı ve hipokampal hacimde azalma gibi bulgular, çocukluk çağı travmaları ile bağlantılı bulunmuştur.
Kültürel ve psikolojik faktörler, somatik belirti bozukluğunun gelişiminde önemli bir rol oynar. Çevrede anlamlı bilginin eksik olduğu durumlarda, bireyin dikkati içsel uyaranlara yönelme eğiliminde olabilir ve bu durum somatik belirti bildirimlerinde artışa yol açabilir. Duyguların doğrudan ifade edilmesinin kabul görmediği kültürel yapılar, bireylerin psikolojik sıkıntılarını somatik semptomlarla ifade etmesine neden olabilir. Somatizasyon bozukluğu olan bireylerin büyük bir kısmının, sosyopati ve alkolizmin yaygın olduğu kaotik aile ortamlarında büyüdüğü belirtilmektedir. Çocukluk döneminde yaşanan travmatik deneyimler, somatizasyon gelişimini tetikleyen en önemli faktörler arasındadır. Özellikle duygusal ihmal, istismar ve kaotik aile ortamlarında büyüyen bireylerde somatik belirtilerin daha sık görüldüğü bildirilmiştir.
Yaklaşım ve Tedavi
Doğru şekilde yürütülen tanı süreci, terapötik bir etkiye sahip olabilir. Bu hastaların yönetiminde, zihinsel ya da fiziksel ayrımı yapan katı dualistik düşünceden kaçınılmalıdır. Organik bir patoloji bulunmasa veya belirgin bir ruhsal bozukluk tanısı konmasa bile, hastanın bedensel şikayetleri ciddiye alınmalıdır.
Tedavi sürecinde biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenler göz önünde bulundurulmalı ve hasta ile güvene dayalı bir ilişki kurulmalıdır. Hastaya semptomlarının gerçek olduğu ancak tıbbi bir neden bulunmadığı empatik bir şekilde anlatılmalıdır.
Gereksiz tetkiklerden kaçınılmalı, ancak hastanın kaygısını artırmayacak şekilde yeterli değerlendirme yapılmalıdır.
Hastaya düzenli takip randevuları verilerek güvenli bir ilişki kurulmalıdır.
İşlevselliği artıran yaklaşımlar teşvik edilmeli ve takip edilmeli: Olumlu düşünme, gevşeme teknikleri, kademeli egzersiz, öz yardım rehberleri ve destek gruplarını önerilebilir. Hastayla birlikte gerçekçi hedefler belirlemek önemlidir.
SSRI ve SNRI grubu antidepresanlar semptom yönetiminde etkili olabilir. Farmakoterapinin somatik belirti bozukluğu üzerindeki etkisi sınırlı olup, antidepresanların yararı ağrı yolakları üzerindeki analjezik etkileri, bağışıklık sistemini düzenleyerek yorgunluğu azaltması ve eşlik eden psikiyatrik bozuklukları iyileştirmesi ile ilişkilendirilmektedir.
Bilişsel davranışçı terapi (BDT) en etkili psikoterapi yöntemlerindendir.
Ancak, süreç karmaşık ve dirençli hale geldiğinde, özellikle çocukluk çağı travması, belirgin depresyon, anksiyete, dissosiyatif belirtiler veya hastalığın işlevselliği ciddi şekilde bozması gibi durumlarda hasta mutlaka psikiyatriye yönlendirilmelidir. Multidisipliner bir yaklaşım hem semptom yönetimini hem de hastanın yaşam kalitesini artırmada kritik rol oynar.
Sorumluluk Reddi Beyanı
Reçetemiz.net doktor ve eczacılardan oluşan geniş bir ekip tarafından, doktorlar ve tıp fakültesi öğrencileri için hazırlanmıştır. Buradaki bilgiler bir hekimin teyidine muhtaçtır. Sağlık profesyoneli olmayanların kullanımına uygun değildir. Sitenin amacı hekimlere kolaylık sağlamaktır. Hastanın klinik durumu gözetilerek reçetenin düzenlenmesi tanı koyan hekimin sorumluluğundadır. Reçetemiz.net herhangi bir sorumluluk taşımamaktadır.